Türkçenin Kurtuluş Mücadelesi: 26 Eylül Türk Dil Bayramı Kutlu Olsun!
Türkçenin Kurtuluş Mücadelesi:
26 Eylül Türk Dil Bayramı Kutlu Olsun!
Türk Dil Kurumu (o zamanki adıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti), 90 yıl önce, 26 Eylül 1932’de, 1. Türk Dil Kurultayı’nı toplayarak Türkçenin kurtuluş mücadelesi başlamıştı.
Bu mücadelenin gereğini ve amacını Atatürk şöyle özetliyordu:
“Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır…”
Bilinen bir gerçektir; bir iletişim aracı olarak diller, tıpkı toplumlar gibi tarihi süreç içerisinde değişir, gelişir, hatta farklılaşabilir. Ama konuşma dilinin ötesine geçip yazı dili olarak güçlenemeyen bir dil, potansiyelinin yarısını bile gerçekleştirmiş, gelişimini tamamlamış sayılmaz.
İlk yazılı örnekleriyle 8. yüzyılda, Göktürk kitabelerinde karşılaştığımız Türkçe, dönemin koşulları içinde, kendini hem konuşma hem yazı dili olarak geliştiren bir dildi. Dede Korkut hikayeleri bunun en açık göstergesidir.
Orta Asya’dan çıkıp Anadolu’ya kadar uzanan tarihi yolculukları sırasında Türkler, başka yeni kültürlerle, yeni dillerle karşılaştı; yeni devletler kurdu.
Bu devletlerden özellikle Selçuklular ve Osmanlılar döneminde yöneticilerin dil tercihleri sonucunda Türkçe, düzyazı dili olarak kendini geliştiremez oldu. Çünkü, devlet ve yöneticiler yazı dili olarak Farsça ve Arapçayı kullanıyordu. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, Farsça ve Arapçanın dil kuralları, kök ve ekleri temelinde, tarihte olmayan bir dil, Osmanlıca ortaya çıktı.
Okuma yazmanın yaygın olmadığı o dönemin koşulları içinde, yazı dilini kullanmayı bilen ve kullanan yönetici ve ulema sınıfı, toplumsal gelişimin gerektirdiği kelime, deyim ve ifadeleri Farsça ve Arapçayı temel alarak üretmeye ve kullanmaya başlayınca Türkçenin kendini yazı dili olarak geliştirmesi olanağı kalmadı.
Öyle ki, yüzyıllar boyunca Türkçe’nin, düzyazı da üretebildiği çalışmaların sayısı bir elin parmaklarını geçmedi. Bu çerçevede Naima Tarihi’ni ve Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’ni anabiliriz…
Farsça- Arapça temelli Osmanlıca, imparatorluklar çağında, devletin ve yöneticilerin iletişim ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu, bu yüzden çok sorun olmadı. Ama imparatorluklar çağının sonuna gelinmesi, 1789 Fransız İhtilali’yle başlayan milliyetçilik hareketlerinin yaygınlaşması, sanayi devriminin toplumsal düzlemde yarattığı değişimler, matbaanın girmesiyle birlikte gazete, dergi ve kitap yayımlarının başlaması Osmanlı Devleti’ni her anlamda değişime zorladı.
Dil de değişime zorlanan alanlardan biriydi. Çünkü Osmanlıca, Tanzimat’la değişmeye başlayan Osmanlı Devleti’nin ve Osmanlı toplumunun iletişim ve yeni kavramlar, kelimeler üretme ihtiyacına doyurucu bir karşılık veremiyordu.
Farsça ve Arapça dil kurallarından oluşan Osmanlıcanın dil standardı karmakarışık ve çelişkilerle doluydu. Bu yüzden öğrenilmesi, okunup yazılması ve anlaşılması zor bir dildi. İhtiyaçların değişmeye başlamasıyla birlikte, okur-yazar kesim arasında, “anlaşma”dan çok, “anlaşamama” aracına dönüşmüştü.
Tanzimat’la birlikte Osmanlıcanın bu durumu hem yöneticiler katında hem de yazarlar, gazeteciler arasında bir sorun olarak konuşulmaya başlandı. Sorunu kamuoyu önünde ilk tartışmaya açan da Tercümanı-ı Ahval gazetesinin (ilk özel gazete) kurucusu Şinasi olmuştu. Şinasi, dilin düzyazı yeteneğinin günün isteklerini karşılayabilmesi için sadeleştirme öneriyordu.
1910’da Selanik’te yayımlanmaya başlayan Genç Kalemler dergisi Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in önderliğinde “Yeni Lisan” hareketini başlattı. Yeni Lisan hareketi, sadeleştirmeyi savunmanın yanı sıra, dilde, Farsça/Arapça temelli tamlama ve terim kullanılmasına da karşı çıkıyordu.
Bütün bu öneri ve tartışmalar 1932 yılına kadar, sorunun farkına varılmasının ve durumdan şikâyetlerin çoğalmasının dışında somut bir gelişme yaratmadı.
1928’de harf devrimi yapılıp hızla yol alındıktan sonra, “dil işlerini düşünecek zaman gelmiştir,” diyen Atatürk, 12 Temmuz 1932’de Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kurulmasını sağladı.
1936 yılında adı Türk Dil Kurumu olarak değiştirilen Türk Dili Tetkik Cemiyeti, 26 Eylül 1932’de, ilk Türk Dil Kurultayı’nı toplayarak 10 gün boyunca, Türkçe’nin kendi dil kuralları, kendi kök ve ekleriyle nasıl gelişebileceğini, geliştirilebileceğini tartıştı.
Öncelikle, kurullar eliyle Türkçenin söz varlığının bir dökümü yapıldı. Eski Türkçe metinlerin taranmasıyla Tarama Sözlüğü, halk arasındaki sözlü kullanımların bir araya getirilmesiyle Derleme Sözlüğü ortaya çıkarıldı.
Dilimizin zenginliğini ortaya koyan Kaşgarlı Mahmud’un Divânü Lugâti’t-Türk (1072-74), Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türki (1900) sözlüklerinden sonra çağdaş anlamda bir Türkçe Sözlük hazırlanması için çalışmalar başlatıldı.
Türkçenin kendi dil kuralları, sözdizim mantığı, kök ve yapım ekleriyle yeni terimler, kavramlar, kelimeler üretmesinin olanakları araştırıldı. Bu araştırmalar sırasında arı bir dil olamayacağı görülerek, dilimize yerleşmiş yabancı kelime ve kavramların Türkçe’nin kendi dil kurallarına göre kullanılması için bazı dil ölçütleri geliştirildi.
1932’de başlayan Türkçenin bağımsızlık mücadelesinden bugünlere elbette kolay gelinmedi. Sancılı, sorunlu ve çok tartışmalı dönemler oldu. Dil devrimine karşı çıkanlar Türkçe’nin güçlü bir yazı dili olamayacağını, bir edebiyat ve bilim dili olamayacağını söylüyorlardı. Ayrıca yöntem açısından karşı çıkanlar da vardı.
Bütün bu zorluklara rağmen gelinen noktayı şöyle özetleyebiliriz: Dil devriminden önce yazı dilinde kullanılan Türkçe kelime- kavram- terim oranı %20-30’ken, bugün bu oran %70-80’lere ulaşmıştır.
Dil devriminden önce düzyazıda zayıf bir dil olan Türkçe, dil devriminden sonra yüzlerce önemli roman, öykü, deneme, tiyatro oyununun edebiyat dili; yüzlerce kapsamlı araştırmanın bilimsel dili olarak gücünü göstermiştir.
Türkçenin kurtuluş mücadelesinin başladığı 26 Eylül Türk Dil Bayramı bir kere daha kutlu olsun!..
Süleyman Bulut