Yaralarımızı Sararken
Ne zor bir dönemden geçiyor ülkemiz. Hep birlikte atlatmak, yaralarımızı sarmak, el ele tutuşmak, çorbaya tuz katmak gereken zamanlar bunlar. Birbirimizden sorumluyuz umuda tutunmaya çalışırken. En büyük sorumluluğumuz da çocuklarımız…
“Bu süreçte çocukları nasıl bilgilendireceğiz? Onların psikolojisini nasıl sağlıklı tutacağız? Ne anlatıp, anlatmayacağımıza nasıl karar vereceğiz?” soruları aklımızda. Ama biz önce anlatmaya, bilgi yüklemeye değil, farkındalığa odaklanacağız. Bunu nasıl yapacağız?
Önce kendimize bakacağız, ne durumdayız? Çocukla konuşmaya “biz” hazır mıyız? Sakin miyiz? Kontrollü müyüz? Çocuğu rahatlatmak yerine ona kendi endişemizi mi bulaştırıyoruz? Kısacası biz iyi miyiz? O çok bilinen örnekteki gibi, oksijen maskesini önce kendimize takacağız. Duygularımız hakkında kontrollü biçimde konuşacak hâle gelip gelmediğimize bir bakacağız.
Sonra çocukla konuşacağız ama bu konuşmanın çılgın bir duygu soruşturması yerine dinlemeye, onu anlamaya yönelik olmasına dikkat edeceğiz. Çocuklarla sürekli ne hissettiğini sormadan, ona duygu öğretmeden, olumsuz duygusunu bastırmaya yöneltmeden konuşacağız. Ne biliyor, çevresinde konuşulanlardan ne anlamış, olup bitenlerin hangisini ne şekilde algılamış, olayları nasıl yorumlamış? Bunları bazen oyun oynayarak, onun yönettiği oyunlarda rol alarak, bazen sarılıp sohbet ederek, bazen bir küçük hikaye okuyarak alacağız onlardan ve tavrımıza ona gore karar vereceğiz.
Bu süreçte onları mümkün olduğu kadar televizyondan, sosyal medyadan uzak tutacağız. Çocukların olup bitenlerden kendilerini sorumlu/suçlu görmeye eğilim gösterebildiğini, bizden görüp modelledikleri kontrolsuz isyanları, korkuları, endişeleri, üzüntüleri nasıl yatıştıracaklarını bilmeden alıp yüreklerinin en derinine koyduklarını unutmayacağız.
İnsan doğası gereği yeni durumlara uyum sağlamaya çalışır, çocuklar da böyledir. Bu zor günlere sağlıklı bir şekilde uyumlanmak için rutinlere tutunmanın önemini hatırlayacağız. Günlük yaşamımızın düzenini bozmadan, kaygan zemini tekrar güvenilir hale sokmaya çalışacağız. Sürekli ne yapmaması gerektiğini söylemek yerine (korkma!, ağlama!, üzülme! gibi), birlikte ne yapabileceğimizi konuşacağız. Korkunun, endişenin paralize ettiği ruhumuzu, çorbaya tuz katarak esneteceğiz. Depremzedelere göndermek için bir hırkasını, bir botunu, kalın bir kazağını seçmesini isteyeceğiz belki. Yardım etmenin, paylaşmanın önemini konuşacağız onlarla. Olumsuza odaklanmayı değil, olumlu düşünceyle harekete geçmeyi göstereceğiz. Bu tip durumları her çocuk kendi durumuna özgü algılar ve karşılar olup bitenleri. O nedenle hap bilgiler vermek ya da onlarla yola çıkmak pek de çözmez işleri. İşte tam da bu aşamada en başta söyleneni tekrarlayacağız belki. Çocuğa yardımcı olmanın ön koşulunun önce kendini “iyi tutmak”, sonra onu “anlamaya çalışmak ve uygun “model davranış kalıplarını göstermek” olduğunu unutmayacağız.
Kötü bir şey oldu Türkiyede, evet. Bunu yok sayarak, çocuklardan gizleyerek, sadece çiçeklerden, böceklerden, pembe düşlerden söz ederek onları kötü yaşantılardan saklayamayız elbette. Duygumuzu paylaşacağız, ama çocuk olduklarını unutmadan. Sorumluyuz birbirimizden, önce kendimizden, en çok da çocuklardan. Ne yaptığımızı bilerek sorumlu olacağız. Geçmiş olsun güzel ülkemiz, geçmiş olsun hepimize…
Uzm. Psikolog Nihan Temiz